h Dolar 36,1287 % 0.05
h Euro 37,6965 % 0.05
h Çeyrek Altın 5.588,00 %0,09
h BIST100 %
Mersin
  • Adana
  • Adıyaman
  • Afyonkarahisar
  • Ağrı
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Çorum
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Gümüşhane
  • Hakkâri
  • Hatay
  • Isparta
  • Mersin
  • istanbul
  • izmir
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kırklareli
  • Kırşehir
  • Kocaeli
  • Konya
  • Kütahya
  • Malatya
  • Manisa
  • Kahramanmaraş
  • Mardin
  • Muğla
  • Muş
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Şanlıurfa
  • Uşak
  • Van
  • Yozgat
  • Zonguldak
  • Aksaray
  • Bayburt
  • Karaman
  • Kırıkkale
  • Batman
  • Şırnak
  • Bartın
  • Ardahan
  • Iğdır
  • Yalova
  • Karabük
  • Kilis
  • Osmaniye
  • Düzce
a
Nedim İnce

Nedim İnce

12 Şubat 2025 Çarşamba

Bilimle Aldatmak

Bilimle Aldatmak
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Bilimin ikna gücünü kullanarak, bilimi araçsallaştırarak insanların nasıl aldatıldığını, kandırıldığını her geçen yıl daha fazla görmeye başladık.

Ülkemizde ve dünyada bunun birçok örnekleri var. Bilimin aldatma aracı olarak en sık kullanıldığı alanlar siyaset ve ekonomi olurken, en kötü kandırma kullanımı da bilime olan güveni sarsarak yerine bilim dışı hurafeleri yerleştirmeye çalışmak şeklinde olmaktadır.

Eleştirel düşünceyi değersizleştirerek yerine dogmaları geçirmek, bilimsel tıbbın yetersizliklerinden, kötü ticari kullanımının yarattığı güvensizliklerden yararlanarak bilimsel tıbbın yerine adına yine tıp denilen başka tedavi ve uygulamaları önermek de örnekler arasında sayılabilir…

Günümüzde yaygınlaşan örnekler bu konuda yine Hasanbey’de, doğup büyüdüğüm köydeki evde yazdığım ve güncelliğini yitirmemiş bu yazıyı tekrar paylaşmaya davet etti.

Okuyalım mı?

“Sosyal Psikoloji’nin önemli alanlarından biri tutum ve davranışlardır. İnsanların tutumlarının nasıl oluştuğunu araştırırken davranışlara yansımasını yakından inceler.

 Bilimin özellikle son birkaç yüzyıldır toplum nezdinde hatırı sayılır bir saygınlığı vardır. Bu saygınlığın farkında olan insanlar başka insanları tutumları ve davranışları konusunda etkilemek istediklerinde bilimi kullanmaktadırlar.

            “- Yapılan araştırmalara göre…”

            “-Uzmanlar diyor ki…”

 Yukarıdaki cümleciklerle başlayan cümleler mutlaka anımsıyorsunuzdur. Biraz düşündüğünüzde insanları ikna etmede oldukça sık kullanıldığını görmeniz mümkün olabilir.

 Bilimin objektif kullanılması, iyiye, doğruya hizmet vermesi arzu edilen ve olması gereken bir şeydir. Ancak bazen de insanları, toplumu, kendi amacı doğrultusunda harekete geçirmek isteyenlerin ikna aracı olabiliyor.

 Gerçek bilim ile bilimin bazı amaçlar için araç olarak kullanılmasının bir birinden ayırt edilmesi, bilimin gücünün kötü kullanılma yolarından birini engelleme şansını arttırabilecektir.

 Covid-19 Salgını sürecinde ortaya atılan birçok spekülatif iddialar, yazılan makaleler bu konuda ki örnekleri arttırmıştır.

 Ne demek istediğimi  “Mankafapoldi” internet sitesinden aldığım aşağıdaki öykü anlatmaktadır:

 “Greater Idobo Falls Bilim Fuarı’nda bir lise öğrencisi yöre halkını, hazırladığı bir projeyi imzalamaya davet etti. Delikanlı “dihydrogenmonokside” adlı maddenin kullanımının tümüyle yasaklanmasını, buna olanak bulunamaması durumunda ise maddenin, çok sıkı bir biçimde denetlenmesini istiyordu.

 Söz konusu maddenin zararlarını, duvarlara astığı afişle şöyle açıklıyordu:

 1- Yoğun terlemelere ve kusmalara neden olabilir.

2- Doğaya büyük zararlar veren asit yağmurlarının ana unsurudur.

3- Gaz biçimine dönüşmüş durumuyla, çok ciddi yanıklara neden olabilir.

4- Kazara solunması, ciğerlere dolması, ölüme yol açar.

5- Erozyonun önemli bir nedenidir.

6- Otomobil frenlerinin etkinliğini azaltır.

7- Ölümcül kanser tümörlerinin tümünün içinde bulunduğu saptanmıştır.

 Bir saat içinde tam elli bilim fuarı meraklısı kişi, delikanlının kampanya açtığı bölümü gezdi. Kırk üç kişi, bu maddenin yasaklanması isteğini şiddetle desteklediklerini bildirdi. Altı kişi kararsız kaldı.

 Yalnızca bir kişi, yasaklanması istenen “dihydrogenmonokside”in H2O olduğunu, yani yaşamın can damarı “Su” dan başka bir şey olmadığını söyledi.

 Delikanlının bu projesi, “Ne kadar kolay aldatılabiliyoruz” konulu yarışmanın birincisi ilan edildi.

 Delikanlı, “Kolayca saptırılmış, ama bilimsel tümceciklerle kişilerin nasıl yanlış koşullandırılabildiklerini göstermek istedim.” dedi.”

Sanırım yukarıdaki öyküden sonra başka yorum yapmama gerek kalmadı.

Nedim İnce

Hasanbey/ 10. 02. 2025

 

Devamını Oku

Bir Tutam Saç

Bir Tutam Saç
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Saçlarım bu yaşa kadar beni terk etmeyip rengini büyük oranda koruyunca saygıyı hak ettiler deyip bir süredir kestirmekten vazgeçtim.

Günlük hayatta daha rahat hareket etmek için saçlarımı bağlıyorum. Bir sabah saçlarımı topladıktan sonra aynada üç beş telden oluşan küçük bir tutam saçın dışarıda kaldığını gördüm. Sürüden ayrılmışlardı. Üşendim. Saç tokasını açıp onları da sürüye katma yerine, sürüden ayrılanı makas kapar deyip kestim.

Otorite bendim. İstediğimi yapardım; sorumlusu ben olsam da o saç tellerinin ayrı kalmasında; sorumluluğu üstlenip onları sürüye katmak yerine cezalandırmayı seçtim.

Birkaç yerine daha büyük bir tutam saç olsaydı, onları kesemezdim. Kendi hatamın bedelini onlara ödetemezdim.

Üç beş teli öylesine kestikten sonra bunu neden yaptığım aklıma takıldı. Üstüne düşünmeye başladım.

İnsanların ilk ‘günahı’ işleyip cennetten atılmadan önceki o çok uzun yıllar öncesine, eşit ve kardeşçe yaşadıkları o yıllara gittim.

Sonrasında otoriteyi keşfettikleri ve git gide eşitsizliğin kol gezdiği, sömürü ve şiddetin olağanlaştığı, savaşların sıradanlaştığı yüzbinlerce yıllarda insanların yaşadıkları acıları düşündüm.

O yıllardan günümüze kadar eşitliği ve kardeşliği tekrar elde etmek için verilen mücadeleler, ödenen bedeller geçti gözümün önünden.

Otoritenin acımasızlığını, sınırsız yetkisini kısıtlamak için verilen kişisel ve toplumsal mücadeleler de sökün etti ardı sıra…

Eşitliği, kardeşliği, sömürüsüz bir dünyayı vaat etmese de şimdiye kadar yaşanmış toplumsal düzenlerin en iyisini olduğunu düşündüğümüz demokrasi için yaptıklarımız ve otoritelerin demokrasiyi yozlaştırmak, sınırsız yetkilerini tekrar ele geçirmek, topluma istediklerini engelsiz yapabilmek, yaptırabilmek için hayata geçirdikleri geldi aklıma.

Sonra günümüzde dünyada yükselen otoriter eğilime takıldı aklım ve son yıllarda ülkemizde artan baskının göstergelerinden biri sayılabilecek sosyal medyada otoritenin hoşuna gitmeyen paylaşımlar nedeniyle gözaltına alınanlar ve de otoritenin hoşuna gitmeyen işler yapan gazetecilerin başlarına gelenler…

Ardından tekrar üç beş saç teline döndüm, otorite olarak düşünmeden kestiğim ve üç beşten çok daha fazla olsalardı onları kesemeyeceğime…

Tekrar insan olmak için verilen binlerce yıllık mücadelede alınan yolların birlik ve beraberlik zamanlarında olduğunu bir kez daha anımsadım…

Üç beş saç teli, yüzbinlerce yıllık bir yolculuğa çıkardı beni ve bu güne getirdi; 2025 Ocak ayının son gününe…

Nedim İnce

Ayvalık / 31. 01. 2025

 

Devamını Oku

Umurumda Değil

Umurumda Değil
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Sertap Erener ayrıldığı sevgilisinin ardından iyileştiğini ifade eden bir kişi ağzından şarkı söylüyor. Nakaratında da “Umurumda değil, iyi ki bitti/ Omuzlarımdan koca bit yük gitti/ Çoktan alıştım yokluğuna inan ki/ Umurumda değil iyi ki bitti” diye sesleniyor. Artık onu ilgilendirmediğini dile getiriyor.

İnsan yaş aldıkça geçmiş hayatını daha mı sorguluyor, bilemiyorum. Ya da başka bir ifadeyle geçmişine gitmede, yaşadıklarını değerlendirmede daha mı istekli oluyor.

Başkalarını bilemem ama benim son günlerdeki ruh halim bu.

Belki aldığım yaşın yeni yeni farkına varıyor, ardımda bıraktığım yılların ne’liği üzerine yeni yeni derinlemesine düşünüyorum.

Geçen yazıda Hüseyin’le yaptığım kıyas üzerinden dile getirmiştim hayatın ve hayatımın bir kısmını.

Sertap Erener’in şarkısı başka bir yol açtı hayatı ve hayatımı değerlendirmem için…

Uzun yıllardır dikkatimi çeken, son senelerde daha da farkına vardığım bir şey var kendimde. Okul öncesi anılarım bölük pörçük, neredeyse net bir görüntü yok ve anı parçalarından ibaret. Köyde ilkokuldaki yaşantım için de farklı değil. İlkokul arkadaşlarım bugün yaşamış gibi anlattığı şeyler bende yok. Her sınıfta öğretmen değişmişti ve sadece ikisinin ismini anımsıyorum mesela.

Ortaokul için Gönen’e gidip geldim üç sene. Birkaç beni çok etkileyen olayın anısı dışında hiçbir şey yok.

Lise yatılıydı. Üç sene gece gündüz okuldaydık ve anımsadıklarım sınıf arkadaşlarımla kıyasladığımda devede kulak.

Tıp fakültesinde altı sene çok şeyler yaşadık. Bunu anımsıyorum ama çok az şeyi kaydetmişim.

Sonra evlilik, çocuk sahibi olup baba rolünün de eklenmesi, mesleki yaşam, sosyal, siyasal aktivitelerle zenginleşen, gazete yazıları, TV ve radyo programlarıyla genişleyen bir hayat. Anı dağarcığına yine de fazla bir şey yüklenmemiş.

Hayatı umursadığımı söyleyebilirim; yaşadıklarımdan, birlikte yaşadıklarımdan aldığım geri bildirimlerden bu yargımın doğru olduğunu ileri sürebilirim.

Hayata dair anılarımın az olması hafızamla ilgili olduğu düşünülebilir, ama hafızamla ilgili başka değerlendirmelerde bu alanda bir sorunum olmadığı ortaya çıkıyor.

Aklıma takılan, hayatı umursuyorum, evet, ama ben hayatımı umursuyor muyum, sorusu.

Sezgisel olarak hayatımın devam etmesinde kontrolümün çok sınırlı olduğunu hissetmek, hayatımı umursamayı bir kenara bırakmış olabilir mi?

Seçtiğim mesleği icra ederken bu hissiyatım güçlenmiş midir?

Bu hissiyatım hayatım üzerine odaklanmak yerine hayatın kendisine odaklanmama neden olmuş mudur?

Ya da kendimi değersiz hissetme duygusuyla yüzleşmekten kaçınmak için mi hayatım umurumda değil gibi hissettim, hissediyorum.

Kendimle ilgili anılarımın az olması veya az hatırlamam bu yüzden midir?

Bunlar deli saçması hezeyanlarım mıdır?

Karar veremedim, sizlere yazdım…

Nedim İnce

Ayvalık / 27. 01. 2025

 

 

Devamını Oku

Nedim Ve Hüseyin

Nedim Ve Hüseyin
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Birkaç gündür doğup büyüdüğüm evde, köyümde annemle birlikteyim. Yıllarca uzakta olmanın, seyrek görüşmenin açığını kapatma telaşındayız. Bu telaşımıza katılan kardeşlerim de hafta sonu bize katılarak sevinçlerimizi birlikte çoğalttık.

Sabah köyün marketine gazete almaya giderken Hüseyin’in yol kenarında oturmuş şeker pancarlarını küçük dilimler halinde bir kovaya doğradığını gördüm. Dönüşte laf atarak hal hatır sordum. Kuzularına şeker pancarı doğruyormuş. Zararı yokmuş, iyiymiş.

Hüseyin akranım. İlkokula birlikte gittik. Birlikte hayvan otlattık, tarlalarımızda çalıştık, elektriğin olmayan köyde zifiri karanlıkta birlikte kovalamaca oynadık, kah güldük, kah kavga ettik.

Ortaokulda hayatımızda farklılaşmaya başladı, hala ortaklaştığımız şeyler fazla olsa da. Ben bir yandan kasabadaki ortaokula gider, yeni hayatın yeni bir yüzüyle tanışır, derslerle, sınavlarla boğuşur ve köyde her zaman yaptığımız şeylere devam ederken, o okumayı sürdürmeyerek aynı yaşantı içinde kaldı.

Ortaokulun bitiminde, bitirme sınavlarına, lise giriş sınavları eklendi ve beni ülkemizin en büyük kentinde lise öğrenimine fırlattı. Hayatım daha da genişlemiş ve karmaşık hale gelmişti.

Hüseyin köyümüzde aynı basit hayatı sürdürüyor, hayvanlara bakıyor, tarlada çalışıyor, akşamları da köy kahvelerinde arkadaşlarıyla zaman geçiriyordu; yaz tatillerinde benim de yaptığım gibi.

Derken lise biterken geldiğim makasta gayretim ve şansımla hayatım seçtiğim hatta devam etmeye başladı. Başkentte tıp okuma ve onun zorluklarını aşma çabasına giriştim. Yaz aylarında köydeydim, tarladaydım yine…

Hüseyin sakin ve basit bir hayatın içinde sürüklenir, askerlik yapmak için yaşının dolmasını beklerken, ben tıp fakültesinin zorlu dersleriyle boğuşup, sınavlarıyla cebelleşiyor, onunla da yetinmeyip ülkemizin daha güzel günlere yelken açmasına katkı sunma umuduyla siyasete bir ucundan bulaşıyordum.

Hüseyin askerliğini bitirip nerede kalmıştım diyerek köyüne döndü. Evlenme zamanı gelmişti. Evlendi. Çocuğu oldu. Babasından, çevresinden öğrendiği şekilde, köyünün şartlarında, acaba neyi doğru yapıyorum, neyi yanlış kaygısından habersiz babalık görevini yerine getirdi. Tarlasına gitti, hayvanlarına baktı, kahvesinde arkadaşlarıyla zaman geçirdi, çocuğu işin bir ucundan tutacak kadar büyüyünce onu da işe koştu.

Tıp fakültesini bitirmeden hayatı paylaşacağım insanı buldum, öğrenciliğimin son iki yılını evli olarak tamamladım. İşe başlama, bahriyede tabip subaylığı, ilk çocuğumuzun hayatımıza girmesi, ihtisas sınavlarına hazırlanma ve kazanma. Ülkemizin üçüncü büyük şehrinde Üroloji ihtisasına başladıktan kısa süre sonra ikinci çocuğumuzun ailemizi büyütmesi, nöbetler, akciğer ameliyatı derken çocuklarımızla büyüme çabaları içinde biten ihtisas, Üroloji uzmanı olarak Akdeniz’deki önemli bir liman kentine tayin, yeniden yeni insanlar, yeni kültürler, yeni kaygılar, nur topu gibi endişeler.

Hüseyin köyünde aynı evinde yaşamayı sürdürürken, aynı işleri yapıp, aynı arkadaşlarıyla, komşularıyla hayatına devam ediyor, hayatın anlamı nedir? Yaşamı nasıl doldururum? sorularından habersiz sadece yaşıyor.

Bir yandan hekimliğimi layıkıyla gerçekleştirme, hastaların tedavisinde cerrahinin ne zaman gerekli olduğuna doğru karar verip, ameliyatı kusursuz yapma çabaları içinde olurken, bir yandan da hayatın anlamını keşfetme, kitapların yazdığı gibi kendimi gerçekleştirme arayışından umutsuz bir gayreti esirgemiyordum. Çocuklarımızı en iyi şekilde büyütmek ve gelişimlerine katkı sunmak için yaptıklarımın hiçbir zaman yeterli olamayacağı huzursuzluğuyla baş etme mücadelesi vererek ruh sağlığımı korumaya çalışıyordum diğer yandan.

Bunlarla da yetinmeyip daha iyi bir toplumda yaşayabilme arzusu ve toplum tarafından onaylanma, takdir edilme gereksinimiyle sivil toplum örgütlerinde görev üstlenerek hayata başka bir alan da açıyordum. Bu da yetmiyor, mesleğimle ilgili tv ve radyoda sağlık programının bir parçası oluyor, gazetelere de yazıyordum.

Hüseyin kurak giden havanın tasasını yaşıyor, düşen süt fiyatlarının dedikodusunu yapıyor, bunları sade ve basit hayatının bir rengi olarak yaşayıp geçiyordu.

Az gittik uz gittik dere tepe düz gittik. Geldik bu güne; Hüseyin’in kuzularına şeker pancarı doğrarken karşılaştığımız…

Ben kamudan emekli olmuş, aktif hekimliği bırakmış, çocuklar kendi mecralarına uçmuş, hayatımı basitleştirme çabasına girişmişken yetmişe merdiven dayamış bir yaşta, Hüseyin, çocukluğumda ayrıştığım yerden bu yana devam ettirdiği basit yaşamını sürdürüyor, serin bir kış sabahında yolun kenarına oturmuş bir yandan gelen geçenle laflarken bir yandan da kuzularını besleyecek yemi hazırlıyordu.

Aktif çalışmadan uzaklaşıp hayatımı basitleştirmeye, stresi azaltmaya, sevgili Mehmet Uhri^nin kulakları çınlasın, beynimin hayatı araçsallaştırmasına izin vermeyip sadece yaşamaya çalışırken Hüseyin bu yaşına kadar sadece bunu yapıyordu.

Hayata birlikte başladığımız köyde çok seneler sonra bir kış sabahında Hüseyin’e rastlamam bana bunları düşündürdü ve bu yazıyı yazdırdı; payına bir şeyler düşenler de alsın diye…

Nedim İnce

Hasanbey / 20. 01. 2025

 

 

Devamını Oku

Temel İçgüdü

Temel İçgüdü
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Üroloji uzmanıyım 1986 yılından bu yana, yani hatırı olan kahve kadar, kırk yıla bir kalayı hesaba katmazsak…

Klinik şefimiz Prof. Dr. Gözen Gürel ki o şu anda sonsuz yolculuğunda, insanın sıkıntısız idrarını yapmasının, onun için ne kadar güzel şey olduğunu, bizimle öğreniyorlar, derdi.

Özellikle erkeklerin ilerleyen yaşlarında büyüyen, şekil değiştiren ve konumu gereği, idrar kesesinin hemen çıkışında, idrar yolunu çevreleyen bir yerde bulunan, idrar yapmayı zorlaştıran bazen de imkansız kılan prostat bezi, idrarın akşını tamamen kestiğinde kişinin yaşadığı ızdırabı, idrar yoluna koyduğumuz sondayla gidermemizle bunu somut olarak yaşadıklarından söz ederdi.

Haklıymış… Kırk yıla yakın, hekimlikte şu anda kırk beş yıl, Ürolojik uzmanlık hayatımda, beni en çok anımsayanların sondayla idrarını boşalttığım kişiler olduğunu gördüm…

Zorlu ameliyatlarla olası riskleri giderdiklerim tabii ki minnetlerini ifade etmede kusur etmediler…

Sağlıklarına kavuşmaları için yaptıklarımı, tabii ki görmezden gelmediler…

Ancak onlar, tespitleri doğruydu, görevim olduğunu, onu layıkıyla yerine getirdiğimi düşünüyor ve nezaket gereği şükranların ifade ediyorlardı ( en azından yorumum böyle).

Nezaket, minnet, vefa, ne yazık ki son yıllarda mumla arar olduğumuz, öğrenilmiş, kültürel şeyler. Bizi biraz daha ‘insan’ olmaya yaklaştıran şeyler… Nereden başlatıldığına bağlı olarak iki milyon yıldan, üç yüz bin yıl öncesine uzanan insanlık tarihinde sekiz on bin sene öncesine dayanan şeyler…

İnsanı biraz daha ‘insan’a yaklaştıran insanlar işte bu genetik gerçeğe kürek çeken, eziyet çeken, acı çeken, bedel ödeyen insanlar…

Olası tehlikelerden, hatta olası ölümden kurtarılan insanın yapılan işlem hakkında, o işleme ve onu yapan kişiye duyduğu minnetin; o andaki temel içgüdüsünü, içgüdüsel ihtiyacını çok daha basit bir işlemle karşılayan kişiye göre çok daha az olma olasılığı yanı sıra, silik ve daha çabuk unutulur olma ihtimalinin, hiç de az olmadığını çok kişi farkındadır sanırım…

Muktedirlerin binlerce yıldır iktidarlarını kesintisiz bir şekilde sürdürmesini sağlayan imkanlardan birinin, bu gerçeğin farkına varıp ona göre davranması olabilir mi?

Reel Sosyalizmin uğradığı yenilgide, sol siyasetin oluşturamadığı istikrarda bu gerçeğin ne kadar payı vardır?

Bilemedim…

Nedim İnce

Ayvalık / 12. 01. 2025

Devamını Oku

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.