06 Eylül 2022 Salı
Cenazeydi, düğündü gündemden bir kaç gün uzak kaldık.
Yine yaramıza tuz basılmış.
Bu yıl yeterince saldırıya ve hakarete maruz kalmıştık halbuki.
Hafta sonu Mersin İdmanyurdu maçında, gazeteci olmayan birisi, (ki taraftar olduğunu duydum) basın tribününe girmek istiyor, “Ben gazeteciyim” diye.
Kriterlere uymadığı için, normal olarak alınmıyor.
Oda kendince haklı belki.
Her internet sitesi açan, otomatikmen gazeteci sıfatı taşımaya başladı ya son yıllarda.
Neyse;
…Ve tribüne alınmayan arkadaş ağza alınmayacak küfürler ve hakaretler savuruyor, hem statda, hem sosyal medyada Ali Adalıoğlu ağabeyimize…
Zavallı adam, hiç bilmemiş, hiç görmemiş! Gazeteci kimdir diye, Ali Adalıoğlu kimdir diye…
Ali abi siner mi hiç! Papuç bırakır mı?
Hemen gereğini yapmış.
Gazeteciliğin ucuza gittiği bu zamanda, yüzüne ağır, okkalı bir tokat yedi ve aslında ne pahalı olduğunu anladı gazeteciliğin ve Ali Adalıoğlu’nun.
Umarım kendine gelir ve anlar!
Senin stattaki çirkin eyleminin reklamını daha fazla yazmaya gerek yok.
Ben senin nasıl sert bir kayaya çarptığını anlatayım.
Bu da hepimize ders ve örnek olsun.
Ali Adalıoğlu!
Ali Adalıoğlu diye yazılır, disiplin diye okunur.
Yanında çalışmadığım halde, tüm camia bilir.
Basın tribünü sorumlumuz, (ki tam bir protokol adamıdır, tavizsizdir) 5 dönem (yazıyla beş! dönem) MGC başkanlığı yapan sevgili ağabeyim, ustamız, üstadımız, başkanımız, TSYD Mersin Sorumlusu…
Kısa bir anı anlatayım.
90’ların başında yerel gazeteden Sabah Gazetesi muhabirliğine transfer oldum.
O yıllar ulusal basın, yasama, yürütme ve yargıdan sonra 4. kuvvet olarak (kimilerine göre birinci kuvvetti) anılıyordu.
E dolasıyla, her gittiğimiz yerde kapılar sonuna kadar açılıyordu.
Havamız tabiri caizse 1500…
Üç, dört aylık alışmadan sonra cemiyetin kapısını çaldım.
Kendimce kurum kimliği, üst kurum yazısı, en havalı, en yakışıklı vesikalık fotoğrafım ve dilekçem ile MGC Başkanı Ali Adalıoğlu’nun kapısını çaldım.
Üstelik büro şefim Şevket Coşkun cemiyet yönetiminde.
Kendimce torpiliyim havasındayım.
Elimdeki belgeleri uzattım, “Başkanım üyelik evraklarını getirdim, beni üye yapar mısın?”
Evraklara bakmadan masasının ucuna bıraktı ve sordu:
“Sen ne zamandır çalışıyorsun?”,
“ Başkanım yaklaşık dört ay olacak!”
Üstelik yakın bir tarihte de genel kurul olduğunu bildiğim için, hemen yıkama ve yağlamamı yaptım.
“Başkanım! Oyumu size vereceğim!”
Başkan şöyle bir baktı!
“Bak evlat! Burası yol geçen hanı değil! Kime oy vereceğini bilemem! Ama cemiyet üyeliğinin kriterleri var. Sabah’ta değil! BBC’de çalışsan bile bu kriterlere uymadan üyeliğin yapılamaz! O yüzden bekleme sürecini meslek etiği içinde tamamla, sonra üyeliğini yaparım.” dedi.
Acayip şaşırmış, bir o kadar da kızmıştım içimden.
Tüm kapılar sonuna kadar açılırken, meslek örgütüm yüzüme kapanmıştı.
O saf delikanlı ve cahil cesaretim ile içimden acayip yargılamıştım.
“Kendini beğenmiş, ukala adam” diye.
Ama kuyruğumu kıstırıp, süremi bekledim.
O günkü genç adamın önyargısı için, bugün çok çok özür diliyorum sevgili ağabeyim ve başkanımdan.
O gün bana ne anlatmak istediğini bugün çok daha iyi anlıyor ve özür diliyorum.
Benim üye olduğum yıl, 40 ve 50 arası bir üye vardı.
Bugün serbest mesleğin bir kolu olduğu için, sayımız cemiyette 500’den 350’ye düşürüldü! Ama ortalıkta ben gazeteciyim diye gezen bin kişi var.
Bir yıl sonra üç-beş bin olursa şaşırmam.
Çünkü koruyamadık mesleğimizi! Meslek örgütümüzü!
İnternet medyasından sonradan iş kontrolden çıktı.
Bellerinde silahla MGC’yi basıp “Üye yapın ulan, ben gazeteciyim” derlerse şaşırmam.
Çünkü o kadar parçalanıp, kendimizi yalnızlaştırdık ki, suiistimale de, saldırıya da uğramamız çok normal.
Yıllardır sektörümüzün, camia ve cemiyetimizin yok sayıldığı bir dönemde, Ali abi bizlerin yapamadığını yaptı aslında.
Şu an sorumlu olduğu basın tribününü korudu.
Sözlü saldırıya uğramasına rağmen, izin vermedi, suiistimale uğratmadı.
O yüzden sevgili ağabeyim Ali Adalıoğlu’na hepimizin bir teşekkür borcu var.
Sadece teşekkür yetmez!
O gün o tribündeki onurlu duruş, hepimiz için bir kıvılcım olsun…
Bir kaç gün önce ‘il’le de Tarsus’ yazısı yazmıştım.
Nedenlerini tekrar yazarak sizi sıkmak istemem.
On bin yıllık tarihe sahip kenti herkes biliyor.
O yüzden bugün ‘Bağımsızlık Günü’nü anlatmak istiyorum.
Slogan çok iyi.
Tarsus Belediyesi’nin bağımsızlık sloganı…
İl’le de Tarsus.
Hem de 30 Ağustos’ta..
Ne anlamlı bir gün değil mi?
Türkiye’nin bağımsızlık gününün yıldönümünde, Tarsus da bağımsızlığını isteyerek il olmak istiyor.
Gerçi geçmiş tarihinde iki kez başkentlik yapmış, defalarca il statüsünde anılmış, ama makus talihi Tarsus’u, Adana ve Mersin’in arasına sıkıştırmıştı.
Ama artık haklı olarak kabuğunu kırmak ve makus talihini yenmek istiyor Tarsus.
Dün de lansmanı vardı.
Katılmamak olur mu?
Hüseyin Kar, Abidin Yağmur ve bendeniz bu önemli güne şahitlik etmek için sözleştik ve yola koyulduk.
Tarsus kapalı spor salonunda düzenlenen organizasyona, Mersin’den bizim haricimizde sevgili Ayşe Şahin Doğan, Cihan Barış Budak ve Sedat Yılmaz katıldı.
Tarsus’u saymama gerek yok!
Siyasi yada ideoloji gütmeden Tarsus için orada hazır olanlar da vardı.
Harika ve dört dörtlük bir organizasyon.
Aracımızı park ettik, selamlaştık, kucaklaştık.
Çünkü Tarsus tarihinin en önemli gününü yorumlayacaktık.
Harika bir salon, ışık oyunları, şık sandalyeler ile katılımcılar, gösterilen ilgi ve hizmet dört dörtlük.
İçeri girmeden önce kentin nabzını tutan ve iyi takip eden sevgili meslektaşım Okan Çalışkan, “Daha önce hiç bu kadar görkemli bir tören olmadı” dedi.
Zıt görüşlere sahip olmasına rağmen, yiğidin hakkını, yiğide teslim etti.
İşte bu memleketçiliktir…
Görüş ve ayrım yapmadan…
Bazı gazeteciler başkanın bu yolda yalnız kaldığını belirtti.
Dışarıdaki küçük anketimizden sonra, basın için ayrılan yerimize oturduk.
Katılımcılara baktım, hiç bir siyasi parti temsilcisi yok! Siyasiler yok! Milletvekilleri yok! Yok da yok!
Hem kızdım, hem üzüldüm.
Tarsuslu olmakla övünenler, Tarsus’un bağımsızlık mücadelesini başlattığı günde yoktu.
Belki de Tarsus’un makus talihini değiştirecek bu çok önemli günde Başkan Haluk Bozdoğan’ı yalnız bıraktılar.
Ama bırakmayanlar da vardı.
Duyduğuma göre Başkan Bozdoğan’ı telefonla arayarak, tebrik ettiğini, başarılar dilediğini, çok katılmak istediğini, ancak parti programının yoğunluğu nedeniyle katılamadığını, ama yanlarında olduğunu belirterek destek verdiğini ileten iki kişiden birisi, İyi Parti GİK üyesi Burhanettin Kocamaz oldu.
Diğer isim ise Fikri Sağlar’dı.
Tarsus’u 15 yıl yöneten Kocamaz, ayrı görüşlere sahip olmasına rağmen, çok, çok önemli bir destek verdi Başkan Bozdoğan’a.
İşte memleketçilik bu!
Kendisini bu kutsal davranışından dolayı tebrik ediyorum.
Peki kimler katıldı?
Tarsus’un en etkili STK’ları var. Yani Sivil Toplum Kuruluşları, yani Tarsus halkı var.
Yine Tarsus basını var.
O sırada bizi gören Tarsus’un deneyimli ve tecrübeli gazetecisi Yakup Boncuk’la karşılaşınca, ankete devam ettim.
Partisi yok Yakup Boncuk’un…
Gazeteci ve memleket sevdalısı.
Yakup’u bulmuşken sordum!
“Kentte durum nasıl” diye.
Kalbi Tarsus için atan adama bir dokunduk, bin ah işittik üç dakikada…
‘Bak Fatih! Tarsus 80’li yıllarda Özal ile, 90’lı yıllarda Demirel ile iki kez il olma fırsatı yakalamıştı. Ama değerlendiremedi. İl vaadinde bulunan iki cumhurbaşkanının çağrısının aksine oy vererek il olma şansını kaybettirdiler. On bin yıllık tarihi kenti, 3-5 oy uğruna feda ettirdiler. Bizleri ideolojilerin ve siyasetin çirkin yüzü ile yanılttılar. Artık bu son şansımız!” Dedi.
Yakup Boncuk’un bu yorumundan sonra, birden fikrim değişti.
O zaman iyi ki siyasetçiler gelmemiş, milletvekilleri gelmemiş diye geçirdim içimden.
Gelseler de gelmeseler de 80 ve 90’larda yaşanan makus tarihi tekerrür ettirecekler.
Eğer ki Başkan Haluk Bozdoğan’ın başlattığı, kendi deyimiyle, bağımsızlık mücadelesi, talihsiz yılların tekerrürü ile sonuçlanırsa, onlar da Tarsus tarihinin karanlık sayfalarına gömüleceklerdir.
O yüzden; Ben Başkan Haluk Bozdoğan’ı hiç de yalnız görmüyorum.
Aksine Tarsus halkı ile bütünleşmiş olarak görüyorum.
Her ne kadar menfaat ve çıkar odaklı siyaset, zaman zaman çirkin yüzünü gösterse de, doktorluk yıllarında “Efsane Doktor” unvanı ile anılan Haluk Bozdoğan’ın “ Efsane Başkan” olarak anılmasına sadece bir adım kaldı.
Yolunuz da, bahtınız da açık olsun Sayın Başkan.
Tarsus halkı sizinle…
Yedi uyurlar, Jül Sezar, Marcus Antonius, Kleopatra, Aziz Pavlus, Danyal Peygamber, Bilal-i Habeş, Şahmeran, İskenderiye, Atina, Kudüs’te vs.vs.
Bugünlerde Tarsus’ta bir telaş, bir telaş sormayın..
Dile kolay yüzlerce yıldır, belki binlerce yıldır ihmal edilmişliğin son virajına girerken, bir müjdeli haberi bekliyor Tarsus…
Duymuşsunuzdur.
İktidarın son aylarda 30’a yakın ilçeyi il yapma projesini.
Bu adım belki stratejiktir.
Belki siyasi bir hamledir.
O ayrı tartışılır.
Ama, fakat, lakin, sebebi, gerekçesi her ne olursa olsun, bu ilçelerin bir çoğu il olmayı hak ediyor.
Tıpkı en başta il olmayı hak eden Tarsus gibi…
Son yıllarda kulağımıza çalınan bir laf vardır.
“ coğrafya kaderdir” diye…
Tarsus bu kaderi yıllarca yaşadı…
İnsanlık kadar tarihi, kültürü ve medeniyeti eski olan Tarsus, bağrına taş bastı, itiraz etmedi, isyan etmedi, kaderine hep razı oldu.
Çünkü köklü, kadim tarihi başka bir yol sunmadı Tarsus’a…
Coğrafi konumu nedeniyle, haksızlığa uğradı, ötelendi, yok sayıldı, hakkı yenildi..
Halbuki ki insanlık tarihine ve inanç tarihine bakıldığında, bırakın Türkiye’yi dünya tarihinde önemli bir konuma sahip.
Yedi uyurlar (Eshabı Kehf), Aziz Saint Paul, Danyal Peygamber, Bilal’i Habeş, Jül Sezar, Kleopatra, Şahmeran ve daha onlarca, belkide yüzlercesinin ev sahibi…
…Ve Tümünün onlarca, yüzlerce efsanesi var…
Kudüs’te bile bu kadar renkli ve derin tarih yok…
Mesela tarihin en romantik kapısı inşaa edildi Tarsus’a…
Roma’nın kudretli İmparatoru Julius Caesar’ın Tarsus’a dinlenmeye geldiği M.Ö. 47 yılından altı yıl sonra, yani M.Ö. 41 yılında Mısır’dan çok önemli bir konuk gelir Tarsus’a.
Güzelliği tüm dünyaya yayılan, filmlere konu olan Kleopatra…
Sevgilisi Romalı komutan Marcus Antonius, güçlü surlarıyla ünlü kentte onu görkemli karşılamak için, bir kapı yaptırır.
Günümüzde hala dimdik, ayakta ve kartpostalların başrolüdür…
Ne aşk be!
Devam edelim, Hz. İsa’nın havarilerinden biri olan Aziz Pavlus Tarsus doğumludur.
Kudüs’te ki Kıyamet Kilisesi’nden sonraki en kutsal yer Tarsus’ta bulunan Aziz Pavlus Kilisesi ve Kuyusudur..
Hristiyanlar için çok önemli bir hac yeridir Tarsus…
Kimse hafife almasın!
Eğer amacına ulaşmış bir hac, çok önemli bir turizm demektir ki; başta Mersin olmak üzere bir çok ilin turizm patlamasına neden olur.
Mersin olarak biz başaramadık ama, karar ve yetkiyi alan, memleket milliyetçisi Tarsus bunu başaracaktır.
Neyse devam edelim..
Filmlere ve efsanelere konu olan Şahmeran…
Tarihi Hititlere dayanan ve başta Türkiye, İran, Irak ve bir coğrafyada anılan Şahmeran Efsanesinin ev sahibidir Tarsus…
İşte böyle…
Tarihi ortaçağdan bile eski olan Taş Çağı’na dayanan bir kültür…
Şimdilik 8 bin yıl…
Hatta efsane odur ki; Pegasus, (kanatlı at) Kilikya’da yolunu şaşırır ve kendini Tarsus’ta bulur…
Ayağı sakatlanır ve Latince ayak izi anlamına gelen Tarsos adı verilir ve zamanla bu isim Tarsus adını alır…
İnsanlık tarihi kadar eski olan bir medeniyet şehri Tarsus daha yüzlerce efsane saklıyor sokaklarında…
Çıkarılması gerek tüm bunların.
Onun için de il olmadı kaçınılmazdır…
Yüzyıllarca zirveyi de görmüş, dibin dibini de…
Bugün nüfusu gayri resmî olarak 500 bine dayansa da, Büyük komutan İskender zamanında da nüfus hemen hemen aynı…
Doğu Akdenizin’in en önemli liman şehri.
Hatta iddia odur ki; tarihteki bir çok bilim ve ilim adamı Tarsus’un bilim ve Medeniyet şehri olarak, İskenderiye ve Atina’nın bile önünde yer alır…
İşte böyle..
Yüzyıllarca küçük olsun, benim olsun mantığı, alimler ve bilginler kenti Tarsus’u görünmez bir kafese almıştır.
Yüzyıllar sonra, belki de binlerce yıl sonra, ilk kez rüştünü ispat edecek Tarsus…
İlk kez Tarsus’un şehri emini bu kadim tarihi dünyanın yüzüne vurmak için kolları sıvıyor.
Çok, çok, çok geç alınmış bir karar olsa da, Tarsus Belediyesi Başkanı Haluk Bozdoğan’ı tebrik ediyorum.
İlçedeki tüm stk’larla seferberlik ilan ediyor.
Hem de çok önemli bir günde 30 Ağustos’ta…
Tarihinde bir çok dine, mezhebe, devlete ve medeniyete ev sahipliği yapan Tarsus,
Türkiye Cumhuriyeti’nin 82. Vilayeti olmaya en büyük adaydır.
Kimse bana kızmasın ama Tarsus’un vilayet olması, Mersin’in her anlamda kurtuluşudur.
Bizlerin 30 yıldır bir türlü hizmete açtıramadığı uluslararası havaalanı, yıllardır tamamlanamayan bilmem kaçıncı organize sanayi bölgesini, eminim çok kısa sürede bölgeye kazandıracaktır.
Çünkü bizde olmayan bir damar taşıyor Tarsus; Memleket milliyetçiliği…
Eğer başarırlarsa, esnafından, köylüsüne, vatandaşından, bürokratına, seçilmişinden- atanmışına kadar herkes tarihe geçecektir.
Kim bilir; belki dünya tarihi yeniden yazılacaktır…
Yolun ve bahtın açık olsun Tarsus….
Belki fıkra yada bilmece gibi gelebilecek bir soru sorayım…
Bir aşçı, bir kasap, bir fırıncı, bir garson ve bir emekli bir araya gelirse, ne olur?
‘Lokanta, restoran, kendin pişir-kendin ye’ diyenler yanıldınız.
Cevap biraz uzun ama anlatayım!
Sosyal medyayı etkili kılan en önemli tarafı eğlence odaklı olmasıdır…
Bunu bir çok kişi kendi paylaşımlarından da görebilir.
Çok önemli bilimsel bir makale, ya da ciddi bir konu üzerine yapacağınız paylaşım, komik bir video, vın videosu, ya da şaka videoları kadar maalesef ilgi görmüyor.
Dolayısıyla kimi elitler tarafından sosyal medya ‘puşt yatağı’ olarak görülüyor.
E haksız da değiller hani!
Ama bu işi hakkı ile yapanların hakkını da vermek lazım.
Bir kaç yıldır Facebook ve Tik tok’ta ilgi ile izlediğim ‘Rıdvan Gevrek’ ve ‘ Şişman reis’ profili, bana göre Levent Kırca’dan sonra izlediğim, günlük ve güncel konuları harika skeçlere çeviren bir ekip.
Hem de yanılmıyorsam amatör bir ruhla gerçekleştiriyorlar skeçlerini.
Stüdyo yok, makyaj yok, kostüm yok.
Tiyatro için gerekli alt yapıları yok.
Belli ki yazılı bir metinle günlerce yapılan prova yok!
Aslında belli ki para yok, destek yok…
Sadece sanatçı akılları, yürekleri ve müthiş amatör ruhları ile ortaya koydukları skeçleri var.
…Ve bu skeçler ile sadece Mersin değil, tüm Türkiye’nin dikkatini çekiyor.
Hemen hemen her skeçleri milyonlar tarafından izleniyor.
Başta Rıdvan Gevrek, Arif Azık, İzzet Emmi ve Şişman Reis olmak üzere bir çok kişi ekibin baş kahramanları…
Mersin’in sokak, cadde ve mahallelerini kendilerine mesken (sahne) edinen bu ekip tüm Türkiye’nin dikkatini çekmiş ki, milyonlarca izlenme ve takip var…
Ama Mersin basını dahil! Ne STK, ne belediyeler, ne üst düzey bir kamu ya da kurumu bu sosyal medya fenomenlerini maalesef görmüyor.
Ya da görmezden geliyorlar…
Bu insanların maddi bir desteğe ihtiyacı olduğunu düşünmüyorum.
Zaten o yola bu amaçla çıkmadıkları, kimsenin kapısını çalmamalarından çok belli.
Ama ya manevi destek, ya moral?
Keşke etkili yetkili birileri arasa bir hal- hatır sorsa…
Tebrik edip, sırtlarını sıvazlasa…
Sonuçta Mersin’in bağrından çıkmış ve tüm Türkiye’de marka olmuş amatör bir ekip var…
Aslında onlara sunulacak küçük bir imkan bile Mersin için atılacak büyük bir adım sayılır…
İyi ki varsınız Rıdvan Gevrek, Şişman Reis, İzzet emmi ve Arif Azık…
Belki gülüyoruz, ağlanacak halimize ama elden ne gelir…
Gülüp geçiyoruz sayenizde…
İlçeleri saymazsak Kaya Mutlu, Okan Merzeci, Halil Kuriş, Macit Özcan ve Burhanettin Kocamaz ile 5 büyükşehir belediye başkanı dönemlerine tanıklık ettim.
Başkan Vahap Seçer’e hep birlikte tanıklık ediyoruz.
Her birinin ayrı özellikleri vardı.
Özellikle Kaya Mutlu ve Okan Merzeci hem benim için, hem kent için çok önemli iki başkandı.
Biri sağın, diğeri solun ikonuydu.
Ama ebedi rakip olsalar da, her iki başkanda köklü devlet geleneğinden geldikleri için, gelenek ilkeleri doğrultusunda yönettiler Mersin’i.
Popülist değillerdi bir kere…
Bırak resimlerini, isimlerini dahi zor görürdün hizmet araçlarında…
Yani tüyü bitmemiş yetimin hakkını yiyorlarmış gibi bir anlayışa sahiptiler.
Savurgan değillerdi.
Har vurup, harman saçmazlardı milletin parasını…
Az para, çok iş…
Tutumlu ve hesapçı bir genleri vardı.
Yani o dönemin başkanlarının yoktan var etme maharetleri vardı.
Bir harcarken, bin kere düşünülürlerdi.
Yanılıyorsam dönemine daha çok tanıklık eden, birebir mesai yapan usta gazeteci ağabeylerim beni düzeltsin.
Hiç bir gazeteci belediyelerin ihalelerini bugünkü gibi takip etmezdi.
Ya da ben belli bir dönemine kadar sürekli öyle bir haber yayınlandığını, yazıldığını hatırlamıyorum.
Dönemlerinin en büyük projeleri, Mersin Festivali, Akbelen, Güneykent ve Halkkent konut projeleri idi.
Belediyenin temel hizmetlerini saymıyorum.
Onlarda saymazdı zaten.
On binlerce insan ev sahibi olmuştu düşük fiyatlarla.
Ya da sosyal hayata katkıları büyüktü.
Dedim ya yoktan var etme gibi özellikleri vardı.
Öyle uçuk ya da yüksek bütçeli proje ihaleleri açmayı bırak, lafını etmezlerdi.
Bilirlerdi harcadıkları halkın parasıydı ve halk hesap sorardı.
Onlarda kuruşuna kadar hesap verir, slogan atmazlardı.
Vatandaşın gönlünü algı operasyonları ya da sinsi stratejiler ile fethetmeye çalışmazlardı.
Türk’e ayrı, Arap’a ayrı, Kürt’e ayrı, laza, Çerkez’e ayrı, Alevi’ye, Sünniye ayrı oynamazlardı.
Halkın gözünü boyamaya, algı yaratmaya çalışmazlardı.
E doğrusu da bu değil mi?
Kentine ve insanına yapacağın hizmetle gönülleri fethetmek gibisi var mı?
Ne kadarını başarabiliyor ve yapabiliyorsan.
Hem Mersin kazanır hem sen kazanırsın, hem de vatandaş seni kazanır, başarsan da, başarmasan da…
Yeterki içten, samimi ve memleketçi ol.
Sonuç nettir!
Siyaseti her yerde yaparlardı!
Ama halka ve seçmenlerine siyaset yapmazlardı.
Mesela rahmetli ANAP’lı Okan Merzeci…
94 seçimlerinde büyükşehir belediye başkanı seçildi.
Ekonomik krizi kucağında buldu.
Hatırlayın o yılları…
Para yok, hizmet yok! İşçisine maaş veremiyor…
Son çare kendisini satılığa çıkarmaya karar verdi.
Yanlış duymadığınız, kendisini bildiginiz satılığa çıkardı.
Ve Star TV’nin bir komedi proğramında kendisini 500 milyona ( 6 sıfır atılmadan önce) satılığa çıkardı.
Kim belediyeye 500 milyon verir ise o partiye geçecekti.
Başarırsa işçisi, memuru bir nefes alacak ve kentli biraz da olsa refaha erecek, hizmet görecekti.
O günlerde komik gelen, gülünen bu tavır, aslında ne onurlu bir mücadele imiş…
Ne büyük bir adımmış kent için.
Ne büyük bir fedakarlıkmış…
Hem partisini, hem davasını, hem de kendisini, memleketi için, Mersin için satılığa çıkarmıştı.
Ama seçtiği komedi programı ciddiyetsiz olunca, skeç gibi algılandı belki, müşteri çıkmadı rahmetli Okan Merzeci’ye…
Trajikomik bir süreçti.
Bugünü düşünüyorum da…
Ulusal kanallara yada kişilere yüksek paralar verilerek Tv’lerde şov yapmalarına izin verilmesini bir nimet sayıyorlar…
Halbuki adı üstünde paralı…
Milletin parası ile, hiç bir hizmet yapmadan,bir sonraki seçimi garanti altına almaya çalışıyorlar.
Ne acı bir durum…
Kent için ne trajik!
Neyse…
Yüzüne bakılmayan büyükşehir belediye başkanı Okan Merzeci, pazarda yer bulamayınca önce kendine, sonra da kentine döndü…
Kendi yağında kavrulmaya çalıştı.
Eline kazma-küreği alıp, işçileriyle alt yapı çalışmalarına katıldı.
O dönemin bütün gazetecileri bilir ve şahittir!
Hatta bir gün, İstiklal Caddesi’nde ki yol çalışmasında, yarı çıplak kazma sallarken bir kaç gazeteci tesadüfen oradan geçerken fotoğrafını çekmişti.(Hüseyin Kar- Ziya Keskinışık)
Belki de ölümüne giden bir süreci başlatmıştı habersizce…
Ölüme giden ilk fotoğraftı…
Saatlerce yol çalışmasında işçileri ile çalışır, daha sonra kan ve ter içinde arabasıyla yaylaya çıkardı.
Sıcaktan, soğuğa geçerek Azrail’e çağrı yapıyordu belki.
Kim bilir?
Bir süre sonra rahatsızlandı ve uzun bir tedavi gördü.
Ama aylarca uğraş verilmiş, maalesef kurtarılamamıştı, rahmetli olmuştu gurbet ellerde.
Hem de görev başındayken..
Halkın gönlünde görev şehididir Okan Merzeci.
Karıncanın hikayesi misali…
Belki hacca gidemedi ama hac yolunda öldü karınca.
Okan Merzeci de doğduğu kentin, refahı ve huzuru için kendini feda etti.
O yüzden, bu kentte iz bırakmak, isim bırakmak, iyi anılmak isteniyorsa 21. Yüzyılın hastalığı olan algı operasyonlarından, stratejilerden ve şovlardan vazgeçilmeli.
Yanlış anlaşılmasın kimse eline kazma- kürek alıp yolda çalışsın demiyorum.
Anlatmak istediğim o değil.
O liderlik ruhunu, o memleket aşkını, o azmini ve fedakarlığı göstermeniz yeterli.
Sadece yandaşın değil, tüm kentin gönlü fethedilir.
İki kere gidip, iki kere gelen Okan Merzeci’nin heykeli boşuna dikilmemiştir Mersin’de.
Bilmem anlatabildim mi?
Tabi iyi anılmak gibi bir niyet varsa…
Not/ Son sözüm partizanlara… fanatiklere…
Sağ bir partinin belediye başkanını yazdım diye, hemen klavye kahramanlığına soyunmayın…
Aynı şekilde solun bir efsanesi olan rahmetli Kaya Mutlu’da aynı karaktere, aynı duygulara sahip bir siyasetçi idi.
Ayrıca Macit Özcan’da altı çizilmesi ve mutlaka yazılması gereken bir figürdür.
Kentte kattıkları tartışılmaz…
İlkeleri Mersin ve ayrım yapmadan insandı…
Sen mesajı anla yeter…
Bir gün de Kaya Mutlu ve Macit Özcan efsanesini yazarız…
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.