h Dolar 34,4859 % -0.04
h Euro 36,5999 % -0.04
h Çeyrek Altın 5.050,00 %0,31
h BIST100 %
Mersin 18°
  • Adana
  • Adıyaman
  • Afyonkarahisar
  • Ağrı
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Çorum
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Gümüşhane
  • Hakkâri
  • Hatay
  • Isparta
  • Mersin
  • istanbul
  • izmir
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kırklareli
  • Kırşehir
  • Kocaeli
  • Konya
  • Kütahya
  • Malatya
  • Manisa
  • Kahramanmaraş
  • Mardin
  • Muğla
  • Muş
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Şanlıurfa
  • Uşak
  • Van
  • Yozgat
  • Zonguldak
  • Aksaray
  • Bayburt
  • Karaman
  • Kırıkkale
  • Batman
  • Şırnak
  • Bartın
  • Ardahan
  • Iğdır
  • Yalova
  • Karabük
  • Kilis
  • Osmaniye
  • Düzce
a
İsmail Şimşek

İsmail Şimşek

07 Eylül 2024 Cumartesi

Türk Askeri, Kimin Askeri?

Türk Askeri, Kimin Askeri?
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Bu ülke, darbeden ve darbe girişimlerinden çok çekti.

Darbe demek istikrarsızlık demek ülkenin onlarca yıl geriye gitmesi demek demokraside, ekonomide, sivil siyasette toplumsal yaşamda hemen hemen her alanda onlarca yıl kaybetmesi demek.

Bugün yaşanan ekonomik kırılganlıklarımızın kronikleşen ekonomik sorunlarımızın kökenine inildiğinde darbe ve darbe tehditlerini görürsünüz. Darbenin, istikrarsızlığı istikrarsızlığın güvensizliği, güvensizliğin iç ve dış yatırımların başka ülkelere yönelmesini tetiklediğini tüm bu alanlarda ekonomik büyümeyi sekteye uğrattığını ve dolayısıyla GSYİH ve kişi başına düşen milli gelir, istihdam gibi önemli ekonomik sorunları ülkenin başına musallat ettiğini görürsünüz.

Örneğin 28 Şubat 1997 e-muhtırasının bu ülke için ekonomik kaybının 265 milyar dolar olduğu düşünüldüğünde gerçekleşmiş bir darbenin maliyetini siz hesap edin. Bugün bu ülkenin darbeler tarihi incelendiğinde toplam ekonomik kaybın doğrudan 2,5 trilyon dolar olduğu ifade ediliyor. Bu ne demek biliyor musunuz? Bu mevcut milli gelirle birlikte 3,5 trilyon dolar demek. Kişi başına düşen milli gelir 45 bin dolar demek, tam bir refah ikliminin yakalanmış olmak demek.

AK Parti, 22 yıllık iktidarında darbe girişimleri e muhtıralar gibi birçok badireler atlattı. İktidara gelir gelmez vesayet odaklarının hışmına uğradı.

Parti kapatma davalarında ‘’ yargı vesayetiyle’’ mücadele etti. Dönemin Anayasa Mahkemesi başkanı Yekta Güngör Özdenleri, Cumhuriyet Başsavcıları Sabih Kanadoğlu, Vural Savaşları bir düşünün. Bunlar dönemin medya patronları ve gazete ve TV yöneticileri ile birlikte asılsız sadece iddiadan ibaret gazete manşetleriyle AK Parti kapatılmak istendi.

Yapay gündemlerle o dönemde neredeyse tamamı muhalif olan gazete kalemşörlerinin asılsız iddialarıyla, gazete manşetlerinin kirli algı operasyonlarıyla kısaca medyavesayeti ile mücadele etti.

Askeri bürokrasi üzerinden askeri vesayetle mücadele etti. Ordunun 27 Nisan bildirge okunarak Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı adayı olması halinde iç savaş çıkacağı söylendi ve sivil siyaset 27 Nisan 2007 yılında e muhtıra ile tehdit edildi.

Bürokratik vesayetle uğraştı. İş yapılmak mesafe alınmak istenmesine rağmen engel olan devlet bürokrasisiyle iktidarı, devleti yönetemez hale getirmek istediler.

Bu kadar darbe tehditleri yaşamış ve bekleme salonlarında hala umut arayan vesayet odaklarının iktidar için bitmeyen hesapları düşünüldüğünde bu ülkede artık darbe veya e muhtıralar olmaz diyebilir miyiz?

Bir kere bunu diyebilmemiz için başta ana muhalefet olmak üzere her kesimiyle bu gibi şeylerden bir şeyler murat etme beklenti eşiğini ortadan kaldırmak ve bu gibi benzeri girişimlere gözdağı verecek birlikte hareket etme refleksini geliştirmemiz gerekiyor.

Bugünün gündemine dönecek olursak; silahlı kuvvetler tarihinde ilk kez üç bayan subay harp okullarının mezuniyet yemin töreninde okunan yemin sonrası dönem birincisi olarak diplomalarını Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın elinden aldı. Bu gerçekten hepimiz için Türk Millet için bir gurur vesilesi. Buraya kadar her şey normal. Gündem bundan sonra başlıyor.

Mezuniyet töreninde okunan yemin metni Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanununun 37 maddesinde 13/7/2013 tarih ve 6496/18 md. ile yapılan son değişiklik ile yemin metni; “Barışta ve savaşta, karada, denizde ve havada her zaman ve her yerde milletime ve cumhuriyetime doğruluk ve muhabbetle, hizmet ve kanunlara ve nizamlara ve amirlerime itaat edeceğime ve askerliğin namusunu Türk Sancağının şanını canımdan aziz bilip icabında vatan, cumhuriyet ve vazife uğrunda seve seve hayatımı feda edeceğime namusum üzerine and içerim,” şeklindedir.

Mezuniyet töreni sonrası devlet erkanı tören meydanından ayrıldıktan sonra 900 küsür civarındaki yeni mezun teğmenden ayrılan 260 teğmen kılıç çekerek hep birlikte kara harp okulu dönem birincisi bir bayan teğmenin ayartması ve direktifleriyle ‘’ Mustafa Kemal’in askerleriyiz!’’ sloganıyla biten 2013 öncesi eski yemin metninin okunarak sıra dışı bir davranışla ülke gündemine, silahlı kuvvetler iç hizmet kanunundan ayrı ve aykırı bir başlık açmış oldular.

Tabi vakaya olağan pencereden bakıp ne var bunda şeklinde düşünebilirsiniz. Ancak sonuncusunu 15 Temmuz 2016’da 8 yıl önce yaşadığımız darbe girişimini düşündüğümüzde ve 1960’dan bu yana ülkenin yaşadığı askeri darbeler tarihine bakıldığında öyle hiçte hafife alınması gereken bir durum olmadığını görürsünüz.

Bu sıra dışı vaka ABD veya Avrupa’da yaşansa belki bir anlam ifade etmezdi. Zira bu ülkelerin devlet geleneğinde ve toplumsal zihninde böyle bir şey olmadığı veya olamayacağı için sıradan görülebilir.

Ancak bu ülkenin darbeler tarihine bakıldığında geçmişte darbe kalkışmaları harp okulları öğrencileri ayartılarak yapılageldiği için normal saymak gaflete düşmektir. Elbette Türkiye eski Türkiye değil. Her alanda savunma sanayi başta birçok alanda önemli gelişmeler kaydetti. Ancak toplum olarak zihinlerimizde değişmeyen darbe tehditlerinin hala var olduğu gündemi koruduğu gerçeğidir.

Şimdi asıl konuya dönecek olursak soru şu: Türk Askeri, kimin askeri?     Mustafa Kemal’in askeri mi yoksa Türk Milletinin askeri mi?

Ülkemin kurucu önderi Mustafa Kemal Atatürk. Tartışmasız hepimiz ona vefa borçluyuz. Mustafa Kemal Atatürk’ten daha büyük olan Türk Milletinin hükmi şahsiyetidir. Ve tüm kişilerin, tüm kurumların üzerindedir. Hunlarla başlayıp Türkiye Cumhuriyeti’ne kadar 2200 yıllık bir resmi tarihi ve bilinen 16 Türk devletinin kurucu unsurunu temsil eder Türk Milleti.

Resmi tören ve parti kongrelerine dikkat ederseniz Atatürk sağda parti liderleri solda ve Türk Milletini temsil eden Türk bayrağı ortada ve üsttedir. Tüm kurumları ve toplumuyla Türk Milleti Türk bayrağının da üstündedir. Zira millet olmasa devlet olmaz devlet olmasa bayrak olmaz. Millet olmadan bu değerlerimiz bir anlam ifade etmez.

Kişi, kurum ve her türlü gerçek ve hükmi şahsiyetlerin üzerinde olan sadece büyük Türk Milletinin hükmi şahsiyetidir. Mustafa Kemal, ebedi başkomutan; Cumhurbaşkanı Erdoğan, bugünün başkomutanı; Türk askeri ise ölümlü hiçbir şahsiyetin değil baki olan ve olacak büyük Türk Milletinin askeridir ve yalnızca büyük Türk Milleti’ne hizmet eder.

Millet olarak  tüm bu yaşananlar düşünüldüğünde Türk Silahlı Kuvvetlerinin tartışmasız şiarı olan disiplin mevzuatının aşınması ” Acaba bu disiplinsiz ve aykırı davranmanın ayrı baş çekmenin arkasında başka birileri mi var?” sorusunu sormak ve vakanın soruşturulmasını istemek bu milletin en doğal  hakkıdır diye düşünenlerdenim.

 

 

 

 

 

 

 

Devamını Oku

Yusuf Dikeç Ve Devşirme Kafalar

Yusuf Dikeç Ve Devşirme Kafalar
0

BEĞENDİM

ABONE OL

2024 Paris olimpiyatlarından; sol eli cebinde sağ elinde silah rahat bir tavırla atış yapıp zihin portremizde dünyaya meydan okuyan bir Yusuf Dikeç geldi geçti.

Elde ettiği gümüş madalyadan daha fazla kendisi konuşuldu. Tabi bunu fenomen yapan bir viral fenomen olan 196 milyon takipçisi olan Elon Musk’tı. Finalde altın alan rakibi Sırp sporcunun ifadesiyle kendi ülkesinde dahi popülaritesi Yusuf Dikeç’in çok gerisinde kaldı.

Ve sonrasında olimpiyatlarda altın alan birçok sporcu kırdığı rekor sonrası Yusuf Dikeç pozu ile kadraja girdi. Belki ülke olarak milyar dolarlar harcasak Yusuf Dikeç’in ülkemize kazandırdığı popülariteyi ülkemize kazandıramazdık.

Geçenlerde ulusal bir kanalımızın uzaktan canlı bağlantılı hafta sonu konuklarından birisiydi. Onu dikkatlice soluksuz izledim. Ne yaptığının farkında olan bilinçli birisiydi. Ülkesi için fedakarlığı ülkesine dönük vatanperverliği olağanüstüydü.

Reklam yüzü olarak dünyaca ünlü firmalardan çok büyük paralar teklif edildiğini ancak ülkem zarar görebilir düşüncesiyle her teklifi elinin tersiyle ittiğini anlatıyordu. Bir çoğumuzun bodoslama atlayacağı bu teklif karşısında ülkem zarar görebilir düşüncesiyle belki bir serveti elinin tersiyle itmesi sadece beni değil ulusal kanalın program yapımcısını da duygulandırmış gözlerimiz dolmuştu.

Bundan sonraki hedefini anlatıyordu büyük bir heyecanla… Bir taraftan Mersin, Erdemli’de sahibi olduğu Dikeç Atıcılık Kulübünde ülkesinin geleceğine dönük büyük yetenekler büyük sporcular kazandıracağını ifade ediyor diğer taraftan ise 2028, Los Angeles olimpiyatları için hazırlanacağını buradan ülkesine altın ile döneceğini anlatıyordu.

İşte böyle karakterli bir insan, dün eli öpülesi annesiyle birlikte poz verip üstüne ‘’MY MOST PRECİOUS’’ yani ‘’ EN DEĞERLİM’’ yazarak sosyal medyada paylaştığı için fütursuzca saldırılara aşağılamalara uğradı.

Bunun nedeni annemizin kapalı ve tipik bir Anadolu kadını olmasıydı. Anadolu’nun sert ve çilekeş topraklarında elleri nasır tutmuş, yüzünde kapatılamayacak derin çizgiler barındıran güzellik salonu nedir bilmeyen bir Anadolu kadını olmasıydı. Tıpkı bizlerin annesi gibi…

Neymiş… Anne kapalı ve Ortadoğulu görünümlü olduğu için ülke imajı zarar görebilirmiş. Bu paylaşımı hemen silmeliymiş.

İşte bunlar kim biliyor musunuz?  Zihni batıya, karakteri bu coğrafyaya ait Monşer tipler.Kısacası başka zihinlerin bu coğrafyadaki şaklabanları.

 

Bunlar kendini bu ülkeye ait görmeyen bu ülkeye aidiyetten utanan nüfus cüzdanı bu ülkeye ait ancak kafa kimliği ve zihni devşirme olan tiplerdir.

Bu ülke ne çektiyse bu kafalardan kendine göre bir yerli ve milli duruşu olmayan bu amorf zihinlerden çekti.

Soruyorum şimdi size… İğdiş edilmiş böyle bir zihinle, bir toplum nasıl hayal kurabilir, nasıl gelecek inşa edebilir?

İşte bu tipler ve bu tiplerin önünde gidenler yüzünden bu ülke birçok alanda geri kaldı. Bu gibi tiplerin topluma pompaladıkları olumsuzluk ve çaresizlik sufleleri bizim için zaman içinde kanıksanmış çaresizliğe dönüştü.

Bu tipler ülkeleri için hayal kurdurmadıkları gibi hayal kurmak isteyenlerin hayallerini gasp ettiler. Ülkelerini küçümsedikleri için başka ülkelerin Mankurtları oldular.

Ülke geleceğimiz için yetiştirdiklerimizi gelecekle ilgili hayal kurucularımızı da kulaklarına fısıldadıkları imkânsızlık sufleleri ile ayartıp başka ülkelere ihraç ettirdiler.

Son 20 yılda artık bizlerde toplum olarak gelecekle ilgili hayaller kurabildiğimiz gibi hayal kurmanın başkalarına ait bir lütuf olmadığını millet olarak farkına vardık.

Öğrenilmiş çaresizliği yaşamış bir toplum olmaktan çıkıp terk ettiğimiz hayallerimizi daha güçlü köşe taşlarıyla döşüyoruz artık.

Tüm bunları Yusuf Dikeç gibi hayal kurarak geleceği inşa ederek, annesini küçümseyip eleştirenlere ve tüm eleştirilere rağmen yapıyoruz.

Yusuf Dikeç;  yerli ve milli kimliği ile bu ülkenin tartışmasız gururu…

 

Devamını Oku

Toroslar Çiftçisi Kan Ağlıyor.. Ziraat Odası, İl, İlçe Tarım Nerede?

Toroslar Çiftçisi Kan Ağlıyor..  Ziraat Odası, İl, İlçe Tarım Nerede?
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Çiftçi değilim ancak Toroslarda yaşayan çiftçi bir babanın oğluyum.

Çiftçi bırak bir şeyler elde etmeyi yıl içinde yaptığı masrafı çıkartamamanın üzüntüsüyle içi kan ağlıyor.

Çiftçi yalnız başına kendi haline bırakılmış.

Sanki bir yıllık emeğin sonucunda infazını bekleyen mahkûm misali ne idüğü belirsiz tüccar kılıklı heriflerin, meyve suyu üreten fabrika patronlarının eline düşürülmüş.

Hafta sonu Ayvagediği’nde yıllardır çiftçilikle uğraşan bir dostumla karşılaştım.

Hâl hatır sorayım dedim. Bir sordum bin ah işittim. Bildiğim şeyi sormuş olmak için şeftali ne durumda dedim.

Hani bazen konuşmak istemezsin. Ancak karşındakinin hatırı kırılır diye mecbur kalırsın birkaç söz söylemeye.  O sözler ağza dolmuş cam kırıkları gibidirler. Sussan acıtır konuşsan kanatır.

Dostum konuşmakla ağlamalı arası bir ifadeyle belki birikmiş bir isyanın dışa vurumu ile ardı ardına şu soruları sıraladı.

Nerede bu Ziraat Odası?

Nerede bu İl, İlçe Tarım Müdürlükleri?

Bizler şeftali sinekleriyle mücadele için yalnız başımıza bırakılırken bu alanla görevli bu kurumlar müdürü ve personeliyle neredeler bunlar ne iş yaparlar?

Ziraat odası aidat almaktan başka ne işe yarar?

Ardı ardına bir birikmişliğin, yüksek perdeden bir serzenişin, bir sessiz isyanın çığlığıydı bu haykırış.

Çiftçinin 1.sınıf meyvesini 8-10 TL aralığında, meysuluk meyvesini ise 2 TL’ye satmaya mecbur bırakılmasının haklı isyanıydı bu sessiz çığlık.

Gerçekten bu kurum ve odalar ne işe yarar. Bu odalar çiftçisiyle emekçisiyle omuz omuza onurlu sessiz mücadelenin, alın terinin adı ve adresi değiller miydi?

Maalesef birçok alanda olduğu gibi bu alanda da ciddi başıboşluk, nemelazımcılık bir şey yapmadan bir şeyler elde etme söz konusu.

Bu ülke tarım politikasını ciddi anlamda gözden geçirmeli.

Gerekirse vatandaşın muhalefetine rağmen ‘’Ürün ve üretim planlamasına’’ geçilmeli.

Dünya modern tarımı nasıl yapıyor, hangi üretim araçlarını kullanıyor bunlar incelenmeli.

İstatistiki bilgiler üzerinden iç ve dış piyasa verileri kullanılarak bir bölgenin endemik iklim koşulları düzleminde hangi ürün ne kadar ekilmeli veya dikilmeli?

Yetiştirilen ürünlere fındık gibi bazı ürünlerde olduğu gibi taban fiyat uygulaması sağlanmalı. Üreticinin, devlet denetiminde ektiği ürün ölçüsünde zarar etme kaygısı ortadan kaldırılmalı.

Tarımda kapsamlı bir reform için devlet bu planlamaları yaparken daha başta tohumundan fidesine ilacından gübresine kadar devletin şefkatli eliyle üreticiye kapsamlı bir destek sağlamalıdır. Devlet kamu gücü ile aidat almaktan ve oturmaktan başka ne yapıyorlar dediğimiz ziraat odaları ve tarım müdürlükleri aracılığıyla denetimlerinin sıkı ve şeffaf bir şekilde sağlanmalıdır.

Diğer bir husus yerel kurumlar olan belediyelerin hizmet ettikleri alanlarda çiftçiye yönelik yetkilerini de göz ardı etmemek gerekiyor.

5393 sayılı Belediye Kanunun ‘’ belediyenin yetki ve imtiyazları’’ başlıklı 15.maddesinin ‘’belde sakinlerinin mahallî müşterek nitelikteki ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla her türlü faaliyet ve girişimde bulunmak’’ başlıklı 1.bendi belediyelere önemli yetkiler vermiştir.

Belediyeler bu yetkiyi kullanarak bölgesindeki çiftçinin ‘’ tüccar veya meysucu’’ olarak adlandırılan kesimlerle arasında aracılık görevi görebilir. Veya belediye bütçesi ile kuracakları meysu fabrikaları ile çiftçiyi 2 TL’ye mahkûm eden bu fırsatçı özel teşebbüsleri devre dışı bırakarak çiftçinin mağduriyetinin önlenmesinde kilit roller üstlenebilirler.

Yeter ki istesinler…

Bugün bu yazımla çağrım sessiz çığlığını duyurmaya çalışan bir şeftali üreticisi ile Mersin Ziraat Odasına, İl, İlçe Tarım Müdürlüklerine ve belediyelereydi.

Umarım sesleniş ve serzenişlerimiz bir yerlere ulaşır. Görevli olanlar görevini layıkıyla yerine getirirken aldığı maaşı sonuna kadar hak eder.

Bizden söylemesi…

 

 

 

 

 

 

 

Devamını Oku

Vekil misiniz, provokatör mü?

Vekil misiniz, provokatör mü?
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Bir kez daha gördük ki ana muhalefet ve ruh ikizinin amacı üzüm yemek değil bağcıyı dövmekmiş.

Zira sokak köpekleri saldırısında evladını kaybederek ciğeri yanmış bir anne ve babaya reva görülen bu şuursuz muamele ve saldırı hele meclis çatısı altında milletin vekillerince yapılmış olması akıl alır gibi değil. Sanki bir sokakta sokak kadınları kavgası gibi.

Şimdi soruyorum.

İlgili yasaya dönük komisyon çalışmaları esnasında sokak köpekleri saldırısı ile parçalanmış ve tedavi süreci belki onlarca yıl sürecek Tunahan’ın acısı ile canı yanmış bir babaya milletin vekili tarafından hakaret etmek hangi ahlaka hangi edebe sığar?

Sokak hayvanları saldırısından kaçmak isterken araç altında kalarak hayatını kaybeden Mahra Pınar’ın annesini komisyon salonundan kovmak sizi temsil için oraya gönderen bu anneye her bir yurttaşa büyük bir saygısızlık değil midir?

Sizler Vekil’siniz! Tunahan’ın babası ve Mahra Pınar’ın annesi ise Asıl’dır.

Siz hangi cüretle bu insanları kendilerini temsil için bulunduğunuz mekândan, meclis çatısı altından kovarsınız?

Sizler vekil misiniz yoksa meclisi sabote etmeye çalışan provokatör mü?

Yasayı biz anladık. Meclise gönderdiğimiz sizler bunu anlamadıysanız ortada ya mental bir sorun  ya da karşıtlık üzerinden milletin taleplerini yok sayma gözardı etme sorunu var demektir. Aslında sizlere suç bulmuyorum. Suç bizim. Suç tüm bu yaşattıklarınız karşısında sizi ülke için bir şeyler yapın diye oraya gönderen bizlerin suçu.

Yasadan ne anladığımı madde madde özetle ifade etmek istiyorum.

1-Öncelikle başıboş köpekler sokaklardan toplanacak. (Kediler bu yasal düzenlemenin dışında)

2-Hazineye ait tarım arazisi vasfını yitirmiş geniş alanlar barınak olarak belirlendikten sonra bu barınaklara alınarak kısırlaştırılıp aşılanan köpekler için öncelikli olarak sahiplendirilme yolu tercih edilecek.

3-Sahiplendirilemeyen köpekler barınaklarda doğal alanlar oluşturularak her türlü tedavisi yapılmak suretiyle bakılmaya devam edilecek.

4-Kuduz, tedavisi mümkün olmayan hastalıklı ve saldırgan kısaca rehabilite edilemeyen köpekler için ötenazi uygulanacak.

5-Kanun çıktıktan sonra belediyeler 31 Mart 2028’e kadar yukarıda belirtilen süreçleri tamamlamak için bütçe gelirlerinin binde 5’ini kaynak olarak ayıracak ve gereğini yapmayan yerel yöneticilere veya bu kanunun muhatabı olan yetkililere 2 yıla kadar hapis cezası verilecek.

6- Sahiplendirme yapıldıktan sonra sahiplendirilen köpeği tekrar sokağa bırakanlara 60 bin TL para cezası uygulanacak.

Peki muhalefetin özellikle ana muhalefetin önerisi nedir?

2004 tarihli 5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanunun küçük değişiklikler dışında aynen korunarak uygulanması. Özetle ‘’Sokaklardan topla, kısırlaştır, aşıla ve bulunduğu sokağa bırak.’’

Bu yapılırsa toplumsal olarak yaşanan facialar sona erecek mi? Hayır!

Çocuklar, yaşlılar, kendilerini koruyamayacak düşkün insanlar sokak köpekleri tarafından ısırılmaya, parçalanmaya, kovalanmaya devam edecek. Yaşam alanı olarak sokağa salınan köpekler araçlar altında ezilmeye yeni trafik facialarına sebebiyet vermeye devam edecek.

Burada iktidara da bir şey söylemeden geçmeyeceğim.

5199 sayılı kanun 2004 yılında çıkarıldı. Bu kanun çıkartılmadan önce bugün yapıldığı gibi neden ülke örnekleri incelenmeden alel usul çıkarıldı. O gün bunun benzeri bir kanun iyi analiz edilip iyi düşünülerek ülke örnekleri incelenerek çıkartılsaydı bu kadar sorunla uğraşmayacak bu kadar mağduriyet yaşamayacaktık. Ve kısırlaştırma işlemi mevcut düzenlemede olduğu gibi yerel yönetimlere keyfe keder değil de zorunlu ve cezai uygulamalı olarak uygulansaydı sokak köpeği popülasyonu bu kadar artmayacak devasa bir sorunla karşı karşıya kalmayacaktık.

Ben CHP+DEM olarak muhalefetin tavrını ‘’ empati yoksunluğu’’ ve muhalefet olmayı her şeye karşı olmak olarak düşünen entegre bağnazlığın getirdiği agresif siyasetin bir parçası demode zihniyetlerin ‘’ rövanşist siyaset’’ çabası olarak görüyorum.

Oradaki özellikle bayan milletvekillerinin neredeyse bir dövmedikleri anneyi bir ‘’nefret objesi’’ olarak görüp hançerlerini yırtarcasına ‘’ şov yapma’’ diye bağırmalarının gerisinde genel başkanları nezdinde öne çıkma görünür olma kendilerini etiketleme çabası olduğunu görüyorum.

Kendinizi bir ana evladını kaybeden bir annenin bir babanın yerine koyun ve zamanınızdan yarım saniye ayırıp bir kez olsun empati yapın!..

Eğer siz o annenin veya o babanın yerinde olsaydınız orada nasıl davranırdınız?

Bende bir hayvan severim. Evimde 5 yaşında bir kedi sahibiyim. Yayla evimin bahçesinde bir anne köpek ve yavrusunu ayrıca 4 sokak kedisine bakıyorum. Belki ekonomik gücüm bunu bir yere kadar götürebilir. Veya yaz sonu Mersin kent merkezine apartman daireme döneceğim. Onları oraya taşımam mümkün olmadığına göre kışın bu hayvanlar aç susuz kış şartlarında nasıl yaşayacak?  O anne köpek ve küçük yavrusu veya kediler kışı 1200 rakım yükseklikte kışın o sert ikliminde nasıl geçirecek?

İşte çıkarılması düşünülen kanunun önemi bundan sonra başlıyor.

Tüm bunlar göz önünde bulundurularak soruyorum. Şimdi ben bu yasaya taraf olduğum için bir hayvan sever değil miyim? Eğer hayvan sever değilsem bir hayvan sever daha nasıl olur birisi bana bunu açıklasın. Yok eğer hayvan sever isem o zaman bu yasaya karşı olanlar ne oluyor?

 

 

Devamını Oku

Ülkenin Meselesi: ‘Meslek Lisesi’

Ülkenin Meselesi: ‘Meslek Lisesi’
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Liselere Geçiş Sınavı (LGS) sonuçları bugün açıklanacak.

Her veli çocuğunun iyi bir üniversiteye kapı aralayacak fen liseleri başta çok iyi bir liseye girmesini ister.

İster istemesine de asıl soru şu; rekabet koşullarının çok acımasız olduğu bu engebeli maratonda yaklaşık 1 milyonun üzerinde öğrencinin koştuğu bu sınav maratonundan kaç kişi fen liseleri başta iyi bir lise için ipi göğüsleyip hedefe ulaşacak?

Elbette bu sınav sonucu her ne olursa olsun dünyanın sonu değil. Herkes iyi bir üniversite okumak ister elbet. İster istemesine de bu ülkenin özellikle son yıllarda iyi yetişmiş ara elemana da ihtiyacı olduğunu unutmamak gerek.

Özellikle endüstriyel şirketler ciddi bir ara elemana ihtiyaç duyuyor. Ve ülkemizde 40-50 bin lira gibi çok yüksek maaşla çalıştırılacak iyi yetişmiş ciddi bir ara eleman ihtiyacı boşluğu da var.

Buradan akıl ve bilgimin yettiği kadar bugün açıklanacak LGS sonuçlarına göre lise tercihi yapacak öğrenci ve velilere seslenmek istiyorum. Lütfen tercihinizi iyi bir sıralamaya girememişse normal bir liseden ziyade öncelikle ‘’MESLEK LİSELERİNE’’ ağırlık verin!

Tabi bu tercihi yaparken çocuğunuzu en yakından tanıyan kişiler olarak mesleki olarak hangi alanda daha yetenekli ve beceriye sahipse o alana yoğunlaşın. Zira çocuklar hangi alana daha meraklı ve yetenekli ise o alanda yüzde yüze yakın başarılı ve kazançlı neredeyse ortadadır.

Ben hep şuna inanırım. Bugün beceriksiz veya yetersiz gibi görünen orta zekadaki bir çocuğun başarılı veya el yatkınlığı olan bir meslek alanı mutlaka vardır.

Çevrenizde görmüşsünüzdür. Çocuk okulda tembel ve başarısız ancak ‘’ teknolojide özellikle bilgisayar ve elektronik alanında’’ olağanüstü beceriye sahip. İşte bu çocuğu kaybetmek yerine meslek lisesi bilgisayar ve elektronikle ilgili bir branşa kanalize ederseniz inanıyorum ki çok başarılı bir teknik eleman olurken aile ve ülkesine katma değer üretecek vasıflı bir kişiliğe dönüşebilir.

Neden meslek liselerine vermeliyiz işte bu sebepten. Çocuklarımızı kaybetmemek ruhsal bunalıma kapı aralayacak koşullara neden olmamak için yatkın olduğu alanlara yönlendirmemiz gerekiyor.

Zira biraz yatkınlık yetenek varsa devamı bir beceri olarak meslek liselerinde öğrenilir.

Mesleksiz toplumumuzun mesleksiz işsizi 7,5 milyon olmasına rağmen bugün elinde mesleği olan ara elaman ise en aranan eleman pozisyonunda tercih sebebi olmuş durumda.

Bugün ülkedeki Sanayi odalarının kendine en çok dert ettiği sorunlardan birisi ara eleman ihtiyacı ve bunu sağlayacak meslek liseleri meselesi. Zira meslek liseleri ülke meselesi sorununa dönüşmüş durumda desek yanılmış olmayız.

Ve bugünden geleceğe şöyle bir bakıldığında gerek ülke istikbali için gerekse toplumsal kalkınma için gelecek, meslek liselerinde…

Meslek liseleri son yıllardaki dokunuşlarla potansiyelleri harekete geçirilerek adeta yıldızlaştı. Daha önce mezun olduklarında sanayici ile temas kurmakta zorlanan bu meslek liseleri öğrencileri artık sanayiciler ile el ele, kol kola eğitimlerini sürdürdüğü bir sürece girmiş durumdayız.

Artık mezun olduklarında ise büyük ölçüde ‘’ara eleman’’ gördüğümüz mezunlar artık ‘’aranan eleman’’ olarak üretim hayatındaki kariyerleri değişiyor.

Millî Eğitim eski Bakanı Prof. Dr. Mahmut Özer’in bu alandaki gayretleri ve olağanüstü çabaları da hatırlanmalı ve unutulmamalıdır.

Tekrar ediyorum. Önümüzdeki süreçte veliler çocuklarını eğer ülkenin çok iyi üniversitelerinde okuma ve kariyer yapma zekâ ve becerisine sahip değillerse bugünden taşrada sıradan diploma fabrikası üniversitelere yönlendirmek yerine, aranan eleman olabilmeleri için meslek liselerine yönlendirmeyi öncelikli seçenek görebilmelidirler.

Bugün ülkede yaklaşık 210 civarı üniversitemiz olduğunu biliyorum. Çocuklarını büyük maliyetlerle iyi üniversitelerde okutamayacak durumda olan ülkemizin ücra köşelerindeki aileleri bir tarafa çok üniversitenin diploma enflasyonuna da sebebiyet verdiği neredeyse ortada.

Dolayısıyla bitirince iş bulabilme potansiyeli yüksek olan nitelikli üniversiteleri ayrı tutarsak sıradan üniversiteyi bitiren üniversite öğrencisinin birçoğu sadece bir yığın işsiz üreten diploma fabrikasının müdavimi olacak.

Tüm bunlar ışığında öğrenciler, bugün açıklanan LGS sıralaması sonrasında kendilerine şu soruyu sorarak karar vermelidirler: ‘’İyi yetişmiş aranılan bir ara eleman olmak mı?”

Yoksa sıradan bir lise ve sıradan bir üniversite bitirip memurluk için ”iş arayan sıradan bir eleman olmak mı?’’

 

Devamını Oku

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.